Dünya Kupalarının olmazsa olmazlarından Ömer Üründül'ün "Bu benim 9. Dünya kupam ve özel işlerimden dolayı final maçını izleyemeden Brezilya'dan ayrılacağım" sözünün verdiği tebessümle bende şöyle bir düşündüm ve 'Brezilya 2014' benim yerinde canlı olarak olmasa da bizzat takip ettiğim 6. Dünya Kupasıydı. İlk olarak futbolcu fotoğraflarının olduğu albümlerle takip ettiğim ve sonrasında büyük bir tutkuya dönüştüğüne şahit olduğum "1994 Amerika Dünya Kupası" ile bugünlere kadar geldik.
Güney Amerika'da düzenlenen bir Dünya Kupası'nı daha önce hiçbir Avrupa takımı kazanamamıştı. Bu aslında çok çok önemli bir ayrıntıydı ve bir ilki başarmak için İspanya, Almanya, Hollanda ve İtalya kolları sıvamıştı. Diğer büyüklerden İngiltere, ilk defa beklentilerden uzak bir şekilde Brezilya'nın yolunu tutarken; Fransa ise daha en baştan Deschamps'ın "asla favori değiliz, bizden çok güçlüler var" demeci ile kendisinin dahi inanmadığı kupaya gelmişti. Arjantin ya da Brezilya'nın pabucu artık dama atılmalıydı. Ama o da ne? Dakika 1, gol 1. İspanya, daha kupanın ikinci gününde Hollanda'dan 5 yiyince zora gelemedi ve 3 maç sonunda "ben bu yarışta yokum arkadaş" deyip bavullarını hemen hazırladı ve İspanyol federasyonu da bunun üzerine Del Bosque ile yine devam kararı aldı (!)
Hadi İspanyollar son 3 dev organizasyonu kazandıkları için doyuma ulaşmışlardı, artık "tiki taka"yı da çözmüştü tüm takımlar da, ya "ölüm grubu" olarak adlandırılan grupta bırakın puan almayı gol bile atması çok zor denilen Kosta Rika'nın sadece bir gol yiyip İtalya, İngiltere ve Uruguay'ın üzerinde namağlup grup lideri olmasını nasıl anlatacaktık çocuklarımıza?
Messi mi Ronaldo mu? Messi mi Pele mi? Messi mi Maradona mı? sorularına bir cevap bulmak ümidiyle geldiğimiz kupada Cristiano Ronaldo ve arkadaşları da komşu ülke İspanya'yı yalnız bırakmama adına + "şansımı ABD'ye devrediyorum" tavrı takınınca meydan Messi'ye kalmış gibi göründü. Ama Messi bu kadar da rahat olamazdı. Bir yandan turnuva takımı ve 'disiplin' kelimesinin eşanlamlısı Almanlar, diğer yanda adı Messi ve Ronaldo'dan sonra gelen "tipi 40, yaşı 30, oyunu 20 yaşında" olan Robben'li Hollanda ve tabii ki ele avuca sığmaz Neymar'lı evsahibi Brezilya hazır kıta bekliyorlardı...
Brezilya demişken, şunu da hatırlatmak isterim. Brezilya, çeyrek finalde keşke Kolombiya'ya elenseydik de bugünleri görmeseydik diyeceği ve ulus olarak asla hatırlamak istemeyeceği tarihi rezilliğe sahne olan yarı final maçında Almanlara 7-1 kaybedince tüm medya ve usta spor yazarları (!) kadronun defosunu tartıştı. Halbuki biz yine bu sayfalarda 2,5 ay önce yazdığımız yazıda ve yazının altında okuyucularla olan yaptığımız yorumlarda Brezilya'nın bugünkü durumunu çoktaaannnn masaya yatırmıştık. Burada yazıyı hatırlayalım, sonrasında devam edelim :)
http://serdarilefutbol.blogspot.com.tr/2014/05/kakaroni-out.html
Grup maçlarında yaşanan sürprizler sonrası 'oh be kupada değişik takımlar ve performanslar göreceğiz' derken ikinci tur maçlarıyla beraber final maçı dahil oynanan tam 15 maçta 1 tane bile sürpriz yaşanmadı, tamamında favori takımlar ama 90 dakikada ama uzatmalarda ama penaltılarla hep turlayan taraf oldular. Bu sonuç ise, açıkçası istediğimiz bir sonuç değildi, lakin takımların grup maçlarına oranla daha sağlam oynaması, savunmalara önem vermesi, maçları zevksiz hale getirdi...
Dünya futbolunun son 6-7 yılda özellikle Messi ve Ronaldo'nun ekseni etrafında şekillendiği bir ortamda, "Bu Dünya Kupası'nda bakalım hangi futbolcuların parladıklarını göreceğiz?" diye kendime sorarken; yıllardır Fransa'da Ajaccio denilen şehirde saklanan pırlanta kaleci Ochoa tanıttı kendisini tüm dünyaya. Brezilya maçında olağanüstü işler yaptı ve oynadığı 4 maçta da harika performanslar sergiledi. Zaten 2014 Dünya Kupası en başta kalecileriyle anılacaktı. Çeyrek final oynayarak ülkesinde şampiyon gibi ağırlanan başta Kosta Rika kalecisi Navas... Dünya 1 numarası kaleci, defans, libero Manuel Neuer... Belçika maçındaki 15 kurtarışıyla 'Dünya Kupası tarihinde bir maçta en çok kurtarış yapan kaleci' ünvanı ile tarihe geçen Tim Howard... James Rodriguez ile beraber takımını çeyrek finale iten Ospina... Özellikle tangocuların ölüp ölüp dirildikleri İran maçında harikalar yaratan ve Hollanda karşısında kurtardığı penaltılarla takımını finale taşıyan Romero ve tabii ki Van Gaal'in sırf penaltılar için 119.dakikada oyuna aldığı ve takımına maç kurtaran Tim Krul...
2014 Dünya Kupası ile ilgili en çok aklınızda ne kaldı diye sorsalar kesinlikle hiç düşünmeden Almanya'nın Brezilya'ya ilk yarım saatte 5 gol atıp 7-1'lik aldığı fantastik skoru söylerdim. Bilenler bilir ya da hatırlatalım, zaten bu Almanların pek acıması da yoktur tarihte. 2002 Dünya Kupası'nda Suudi Arabistan'ı 8-0 ile geçen panzerler, 2008 Avrupa Şampiyonası eleme gruplarında da San Marino'ya tam 13 gol atmıştı. "Durmak yok, yola devam" klişesi, belki de en çok onların üzerine oturuyordu.
2014 Brezilya Dünya Kupası'nın tüm maçlarının sonuçlarının ve puan durumlarının ayrıntılı olarak işlendiği excel tablosunu da indirin ve arşivinize ekleyin...
http://dosya.altervista.org/download.php?file=db1103973e2e07ecd9e821061dba6ebf
Ayrıca "Altın Ayakkabı" ödünü alan ve adını James değil Hames olarak tüm dünyaya duyuran ve 2014 Dünya Kupası fragmanları yayınlanırken onun Uruguay'a attığı jeneriklik gol ile hatırlanacak olan 22'lik Rodriguez'de en büyük alkışı hak eden bir diğer futbolcuydu. Jeneriklik gol deyince, van Persie'nin İspanya ağlarına attığı uçan kafa golü de unutulmazlar arasına çoktan girdi bile. Evet Messi, "Altın Top" ödülünü aldı ama kimse tatmin olmadı, çünkü bu ödülü hak etmedi, Maradona'nın tabiriyle "FİFA'nın verdiği bu ödül tamamen pazarlama taktiği olarak verildi" ve bir anlamda Messi, teselli edildi...
Kupanın en 'sürpriz' takımı Kosta Rika, en göze hoş gelen futbol oynayan ülkesi Kolombiya, en şanssız ülkesi 88.dakikasına 1-0 önde girdikleri maçta Hollanda'ya 2-1 yenilen Meksika, en komple takımı Almanya, en büyük hayal kırıklığı İspanya, en iyi kaleci tabii ki Neuer ve en iyi hakemi de gururumuz Cüneyt Çakır'dı. Çakır, ülkemizde zaman zaman çaldığı istikrarsız düdükleri Brezilya'da mümkün olduğunca az çaldı ve hakemlerin genel olarak sınıfta kaldığı kupada tüm dünyanın gönlünü alarak 2016 Avrupa Şampiyonası finaline göz kırptı.
Almanya, zaten neden bir turnuva takımı olduğunu Dünya Kupalarındaki muazzam istatistikleri ile belli etmiyor mu? 16 kez katıldıkları Dünya Kupası'nda 8 kez final oynayan, 4 kez şampiyon, 3 kez üçüncü olan ve 4 kez de çeyrek finalde elenen bir Almanya, sanırım bu geldiği yeri sonuna kadar hak ediyor. 2004'de dibi gören takım Löw'ün ellerinde sistemli altyapı ve özverili çalışma düzeniyle tekrar zirveye kuruldu. Kalecisinden savunmasına, orta sahadaki kusursuz düzeninden, Dünya Kupaları tarihinin en golcü ismi Miroslav Klose'ye kadar bu kupayı hak ettiler ve dördüncü yıldızı da taktılar. Yedek oynasalar da Gotze ve Schurrle gibi maçın sonucuna direkt etki etki eden yıldızlarıyla ve Brezilya'ya getirmedikleri İlkay ve Reus'uyla önümüzdeki 4 yıla da damga vuracak gibi görünüyorlar. Joachim Löw, artık dünyanın en iyi 5 teknik adamından biri...
Luis Suarez.... Kazandıkları İtalya maçında dahi rahat durmayıp, Chiellini'nin omzunu ısıran ve kariyerinde kırmızı kart görmeden tam 34 maç ceza alan Suarez sayesinde de 'caps' kültürümüz tavana vurdu :) Şaka bir yana Allah, Barcelona kulübüne sabır versin, bu adamın sağı solu belli olmaz, huylu huyundan vazgeçmez. Gerçi Katalanlar, mutlaka sözleşmeye bu tarz bir madde koydurtmuş ve kendisini sağlama almıştır :))
Kapanışı ise 2018 Rusya'sında göremeyeceğiz efsaneleri anarak yapalım. Pirlo, Lampard, Gerrard, Klose, Buffon, Eto'o, Drogba... onların son Dünya Kupalarıydı.
Son söz ise Mauro Camoranesi'den : "Dileğim İtalya - Arjantin finaliydi. Ama İtalya'da sadece 2 futbolcu vardı : Buffon ve Pirlo. O yüzden İtalya finale kalamazdı, güzel bir rüyaydı."
twitter.com/serdarsozkesen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder