Bazen bana soruyorlar neden Türk Futbolu hakkında yazılar yazmıyorsun diye...
Oysa Türk Futbolu o kadar pisliğe bulanmış ki, temizlenmesi de şu şartlarda pek mümkün görünmüyor. Mecburiyetten özellikle derbi maçlarını yakından takip etmeye çalışıyorum ama tam anlamıyla zevk aldığım, zamanımı verdiğime hiç pişman olmadığım maç sayısı da maalesef fazla olmuyor.
3 Temmuz 2011 sürecinden başlayarak Türk Futbolu'nun aslında tam olarak ne anlama geldiğinin ispatı üzerine zaten soğumuş olduğum ülke futbolundan iyice uzaklaştım. Sürecin tüm günahı tabii ki 1-2 takım üzerine mal edilmemeliydi ama bu süreçte bilgi kirliliğinden özellikle medyaya çok sayıda yalan haber servis edildi, gerçekler bir o kadar saklandı ve suçlular sanki mağdur gibi gösterilmeye çalışıldı. En büyük darbeyi ise bu süreçte taraftarlar gördü, onlar yaşadı. Sürecin en masumu yine onlardı...
Başkanlarına, yöneticilerine, futbolcularına güvenerek kah içeride, kah dışarıda bütün maçlarda takımlarını yalnız bırakmayan 12.adamlardı onlar. Oysa onların emeklerini, zor günlerde dahi ceplerindeki son paralarla kulübe verdikleri destekleri bir çırpıda harcayan ve o emekçilerin fedakarlıklarını bir kalemde silenler ise adil olmayan sözde yöneticilerdi. Ceplerini taraftarların doldurdukları paralarla herşeyi yapacaklarını zanneden vizyonsuz, basiretsiz insanlardı onlar. Hunharca, saplantıları haline getirdikleri kulüpleri yaşadıkları herşeyin üzerinde gören bu çağdışı zihniyetin olumsuz ve telafisi olmayan yansımalarıydı yaşananlar...
Onlar değilmiydi yine, kendi maçlarında hata yapan hakemlerin bir günde mesleği bırakmasını ve düdüğünü asmasını isteyenler... Peki kendileri kulübün adını kirletirken, kulüplerin geleceği ile oynarlarken neden onlar hala aynı yerdeler ve neden istifalarını vermiyorlar, neden?
Oysa onlar yaşananları itibarsızlaştırmak adına tüm enerjilerini, işin kolayına kaçarak süreci kah siyasete, kah da malum gruplara ve cemiyetlere bağlayarak, her zaman koz olarak kullandıkları taraftarlarının gözlerini boyamaya harcadılar. Harcadıkça battılar, ilerledikçe samimiyetleri ve inandırıcılıkları azaldı da bunun dahi farkına varamadılar. Sadece holigan tarzı taraftarların ilgi alanlarına girdiler. Taraftarın artık gözü açılmaya başlamıştı. Yaşananların yenilir yutulur bir tarafı yoktu oysa...
100 yılı aşkın ayakta kalan takımların adlarını kirletmeye kimselerin hakkı yoktu. "Hiçbir fert, kulüpten büyük olamaz" gerçeğini kendileri de çoğu zaman dillendirseler de yaşananlar bize onların bu gerçeğe aykırı hareket ettiklerini net bir şekilde gösteriyor ve öğretiyordu...
Ya federasyonumuza (!) ne demeliydi? Hiçbir şey yaşanmamış, kimse birşey yapmamış gibi hareket etmek ancak bizim ülkemizin federasyonuna ait bir özellik olsa gerek. Herşey ortada ve cezalar sabit iken, "hayır ben işimi bilirim, bence hiçbir şey yaşanmamış, daha da önemlisi sahaya yansımamış" demek ancak 3.dünya ülkelerinde olabilecek bir durumdur. Böylesine bir federasyon, bırakın 3.dünya ülkelerini, Muz Cumhuriyetleri'nde dahi görülmez ya neyse...
Oysa şike ve teşvik, ülke futbolunun en büyük kabusuydu, en temel yarasıydı. Hem kimler yapmamıştı ki zaten? Kimlerin sicili temizdi ki? Ortada temiz kulüp mü vardı ki? Herkes biraz kirliydi zaten. İyi de bunu da mı görmemeliydik? Bunu da mı hasıraltı etmeliydik? Büyük kulüpleri bir kez daha korumalı mıydık? Juventus büyük değil miydi peki? Ya da bunları Gaziantep, Konya, Akhisar ya da bir başka Anadolu takımı yapsa süreç yine böyle mi işlerdi? Bu sorular sabaha kadar devam eder. Sonuç ise bu ülkede asla değişmez :
Büyük kulüpler, hata yapsa bile mutlaka bir kılıf bulunur, onlara yine birşey olmaz ve olmamalı da. Hem olursa zaten Türk Futbolu da batar di mi? Avrupa'da ve dünyada büyük ses getiren, tanıdık bir marka olan Türkiye'nin en büyük derbi maçı olarak adlandırılan Fenerbahçe - Galatasaray maçını zaten kaç ülke canlı yayınlıyor, bunun cevabını sizler benden daha iyi biliyorsunuz...
"Yazsam ya da anlatsam roman olur" derler ya hani işte böyle birşey. Belki bu yazı ileride devam edecek bir serinin ilk yazısı olur. Hem bu yolla Türk Futbolu hakkındaki tüm gözlemlerimi de kaleme almış, meraklıların da merakını gidermiş, onlara verdiğim sözleri de yerine getirmiş olurum...
O yüzden ben 3 Temmuz 2011 sürecinden bu yana Avrupa Futbolu'na daha bir yakınım artık. Orada pislik yok mu? Holiganizm yok mu? Şike - teşvik yok mu? Evet onlarda da var ama onlar en azından büyük takımı korumuyorlar, cezayı baştan kesiyorlar. Hem derbileri de derbi havasında geçiyor. Hele bir Şampiyonlar Ligi var ki, tadından yenmiyor. Hatta bazen hepsinden sıkılıp NBA seyrediyorum saatlerce, onlar zaten basketbolun kitabını yazan adamlar. LeBron, Durant, Carmelo, Paul, Curry, Griffin, Howard, Parker, Harden ve diğerlerini izlemeden basketbol seyrettim demeyin. Tenis ise özel ilgi alanım. Federer - Nadal - Djokovic ve geriden gelen sürpriz tenisçilerin mücadelelerini izlemek inanılmaz zevkli, tavsiye ederim...
Şimdi bazılarınız diyebilir, "buraların futbolunu sevmiyorsan git o zaman kardeşim bu ülkeden" ya da "sen bırak ülke futbolunu, devam et Avrupa Futbolu'nu yazmaya" diye... İyi de ben gitsem ülke futbolu kurtulacak mı? Herşey pembe bir tabloya bürünecek mi? Standart kararların temeli atılacak mı? Emekçiye emeğinin karşılığı verilecek mi? Haklıya hakkı teslim edilecek mi?
- Devamı gelecek -
twitter.com/serdarsozkesen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder