Katalan temsilcisinin 24 haftası geride kalan La Liga'da oynadığı futbolu fazla izleyemedim ama maç ayrıntılarını takip ettim ve tam bir "90.dakika takımı" oldukları kanaatine vardım. Öyle ki, aşağıda yaptığım istatistiki çalışmada göreceksiniz ki, bu takım eğer sezon sonu ligde kalacaksa bunun baş sebebi; maçın sonlarını çok iyi oynamaları ve rakibin yorulmasını bekleyip enerjilerini sona saklamaları. Zira maçların sonunda yani 90.dakikada attıkları gollerle şu ana kadar 8 puan kazandılar. Sakın 8 puanı az görmeyin küme düşme hattında öyle bir etki ediyor ki...
24 hafta sonunda attıkları 31 golün 15'ini yani yarısını son 10 dakikaya sığdıran Katalan kulübü, şimdilik düşme hattının 7 puan üzerinde ama dediğim gibi sadece 90.dakikada attıkları gollerle aldıkları 8 puan onları bir hayli rahatlatmış durumda. Kalan 14 haftada daha iyisini yapmak zorundalar. Zira La Liga'da her an herşey olabilir.
İddaacı gözüyle olaya bakarsak;
Aslında Espanyol'un maçların özellikle son 10 dakikasındaki gol atma becerisinin iddaacıları da fazlasıyla etkilediğini düşünmekteyim. 90.dakikada atacağı gollerle 2,5 ALT oynayanları ya da TGS 2-3 oynayanları birçok kez yatırdığını aşağıdaki tablodan yine görebileceğiz. Ben şahsen iddaa oynasam Espanyol maçlarına oynamam ya da 2,5 ÜST ve KG VAR tercihlerinde bulunurum.
Mavi - beyazlıların oynadığı 24 maçın 15'i (% 63) 2,5 ÜST ve aynı zamanda KG VAR sonuçlanmış. Bu 15 maçın 6 tanesinin ÜST olması ise 90.dakikalara denk gelmiş. 2,5 ALT biten 9 maçının 7'si KG YOK sonuçlanmış. Sadece 2 tanesinde KG VAR. Ayrıca 24 maçın 4 tanesinde gol atamayan Espanyol'un kalan 20 maçın tamamında en az 1 gol atması da fena bir istatistik değil.
Ha bu arada son dakika gollerinin baş kahramanları takımın forvetleri Sergio Garcia ve Christian Stuani'ye de ayrı bir alkış. Garcia ve Stuani ligde attıkları toplam 9 golün, 5'er tanesini son 10 dakikaya sığdırdılar.
Lafı daha fazla uzatmadan Espanyol'un gol istatistiklerine hep beraber bir göz atalım...
1970'den günümüze FIFA Dünya Kupası resmi futbol topları... Bazı turnuvalarda toplar birbirini taklit etse de son yıllardaki büyük değişim ve yaratıcılık dikkat çekiyor. Her zamanki gibi üretici ve sponsor firma bir dünya markası Adidas...
2018 Dünya Kupası Rusya'da düzenlenecek. Rusya, aynı zamanda ilk kez bu büyük organizasyona evsahipliği yapacak. Rusya'da kullanılacak 'top'un tasarımını ise şimdiden merakla bekliyoruz...
En son turnuvadaki top olan 'Brazuca' ise adını ilk kez taraftarların seçtiği özel bir top olmuştu. Aynı zamanda Brazuca, Adidas'ın en çok test ettiği top olmuştu. 1 milyon kişinin oylarıyla belirlenen Brazuca'nın ('Brezilyalı' anlamına geliyor) nasıl yapıldığını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz...
Dünyaca ünlü ve saygın olan teknik direktörlerin neredeyse tamamının, zamanında futbolculuktan geldiğini malum hepimiz biliyoruz. Sanırım bu konuda belki de en büyük istisna Jose Mourinho. Porto, Chelsea, İnter ve Real Madrid gibi muazzam bir kariyere sahip olan Portekizlinin meslektaşlarıyla atışırken, bazen bu eksikliğinden dolayı ağır eleştiriler alması da sanırım son derece doğal. Kaldı ki futbolculuk dönemlerinin müthiş olduğu teknik adamların da çoğunun bu konuda yetersiz kaldığını Maradona, Van Basten gibi örneklerden net bir şekilde anlayabiliyoruz.
Mourinho'nun açık sözlü ve hazır cevap kimliğinin en güzel örneklerinden biri olan ve kendisi gibi geçmişinde profesyonel futbolcu olarak görev yapmayan, orjinali Arrigo Sacchi'ye ait olan tarihe geçen o unutulmaz sözünü de hatırlamak lazım :
"Teknik direktör olmak için önce futbolcu olmak gerektiğini söylüyorlar. Peki jokey olmak için de önce at mı olmak gerekiyor?" (Gayet mantıklı bir söylem) ***
Şu an ki dönemde aktif olarak teknik direktörlük görevlerini devam ettiren bazı hocaların futbolculuk dönemlerine gidelim istedim. Onları bir de bu yönleriyle görüp değerlendirelim. Yani teknolojinin bu kadar hayatın ve futbolun içinde yer almadığı, çimlerin bu kadar kaliteli, tribünlerin bu kadar konforlu olmadığı, kah siyah - beyaz kah renkli o günleri hatırlamak ve o zamanın futbolcularının hangi zor şartlardan zirveye geldiklerini de iyi analiz etmek lazım.
Şüphesiz dönemin en iyi kariyere sahip olan teknik adamı Pep Guardiola ve onun hem futbolculuk döneminde hem de teknik adamlık boyutunda Barcelona ile yakaladığı başarılar inanılmaz seviyelerde. Yine İtalyan kurt teknik adam Fabio Capello da son 20 yılın en başarılı hocalarından sadece biri. Milan, Chelsea, PSG derken Real Madrid ile de saygı duyulacak kariyere sahip olan bir diğer İtalyan Carlo Ancelotti de diğer misafirlerimizden olacak.
Mourinho'nun hocası taktik dehası Van Gaal ve ele avuca sığmaz Alman Bernd Schuster de bu satırlarda konuğumuz olacak. "Kim daha iyi?" sorusunda Pele'nin baş muhatabı olan Maradona'yı da tabii ki unutmayacağız. Schuster ile Maradona'yı aynı fotoğrafta görünce ise "vay be" diyeceksiniz. Yeni yükselen isimler Montella, Koeman ve Simeone'yi de tabii ki ekleyeceğiz. Bir dönem yolu ülkemizden de geçen Mancini ve Souness'ın aynı karede görünce eminim ki duygulanacaksınız...
O zaman lafı fazla uzatmadan nostalji turumuza başlayalım. Şimdiden iyi seyirler...
2008 yılında Arap Şeyhi Sheikh Monsour bin Zayed Al Nahyan'ın kulübü satın almasıyla Avrupa'nın elit takımları arasına katılan Manchester City, geçen 6 yıllık süreçte 2 kez Premier Lig Şampiyonluğu yaşadı. Bir türlü gelmeyen Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'nun getirdiği başarısızlık bir yana, bu kupada çeyrek final yüzü dahi göremeyerek tam bir hayal kırıklığı yaşadılar. Buna rağmen Ada'da her sezon şampiyonluk yarışının müdavimi oldular ve neredeyse her sezon kulüp sahibinin saçtığı paralarla büyük yıldızları satın aldılar.
Transfer konusunda Almanya'da Bayern Münih modelini örnek alan City, neredeyse her sezon Premier Lig'de sivrilen golcü futbolculara adeta bir servet harcayarak takıma kattı ve çoğundan da büyük zarara uğradı. Satın aldığı futbolculardan hem bir sonraki satış hem de kulübe katkı anlamında istediği verimi alamayan Manchester City'nin Premier Lig'de çok gol atan futbolcuları bir bir kadroya katmasından başka diğer ülkelerdeki yıldız futbolcuları da çoğu zaman transfer ettiğini de eklemeliyiz. Zira kulübün sahibinde bol para olunca neredeyse alamayacağınız futbolcu da olmuyor..
Premier Lig'de şüphesiz 2014'ün en dikkat çekici golcüsü Swansea forması altında 1,5 yılda 35 gol atma başarısı gösteren ve rüştünü fazlasıyla ispatlayan Wilfried Bony ve M.City de bu fırsatı kaçırmayarak potansiyeli yüksek Fildişili santrforu renklerine bağladı.
Devre arasında yapılan transferin takıma yarardan çok zarara uğrattığı düşüncesi, bize öğretilen ve aslında hiçte yanlış olmayan bir futbol klişesidir malum. İşte tam da bu anda tam 28 milyon Sterlin karşılığında 2015'in başında yapılan transferin ilham kaynağı ise tabii ki takımda var olan golcülerin sık sık sakatlığa uğraması. Bu arada City'nin Premier Lig'de çok gol atan futbolcuları bir bir kadroya katmasından başka diğer ülkelerdeki yıldız futbolcuları da çoğu zaman transfer ettiğini de eklemeliyiz. Zira kulübün sahibinde bol para olunca neredeyse alamayacağınız futbolcu da olmuyor. Tabii ki Messi ve Ronaldo hariç :)
Takımın 2008'den 2015'e kadar olan Arap sermayeli döneminde ilk yıllara nazaran son yıllarda daha az transfer yaptığını da net bir şekilde görebiliyoruz. Teknik direktör anlamında ise bu oran daha bir azalıyor. 6 yıllık süreçte sadece 3 teknik adamla çalışan City'nin şüphesiz Avrupa'nın elit takımlarından birisi olmasının en büyük mimarı da Roberto Mancini. Zira Mancini 4 sezon başında kaldığı takıma tam 42 yıl sonra efsane bir sezon sonrası şampiyonluk sevinci yaşattı. Mancini'nin altyapısını kurduğu sistemde Manuel Pellegrini ise daha sağlam adımlar attı ve geldiği ilk sezon takımını şampiyon yaparken bu sezonun devre arasında da Chelsea ile beraber şampiyonluğun en net 2 favorisinden biri konumunda...
İşte Arapların Manchester City'sinin sezon sezon aldığı ve fayda - maliyet analizinde sınıfta kaldığı işte o liste :
2008 - 2009 Jo (Brezilya) CSKA Moskova'dan 18 milyon sterlin Robinho (Brezilya) Real Madrid'den 32,5 milyon sterlin Craig Bellamy (Galler) Westham Unıted'dan 14 milyon sterlin
2009 - 2010 Emmanuel Adebayor (Togo) Arsenal'den 29 milyon euro Roque Santa Cruz (Paraguay) Blackburn Rovers'tan 18 milyon sterlin Carlos Tevez (Arjantin) Manchester Unıted'dan 25,5 milyon sterlin
2010 - 2011 Mario Balotelli (İtalya) İnter'den 28 milyon euro Edin Dzeko (Bosna) Wolfsburg'dan 32,5 milyon euro
Yukarıda Bony hariç listedeki futbolcuların verimlik yüzdesinde; 100 üzerinden 95'le oynayan Aguero; 80 ile oynayan Dzeko ve yine son 2 yılındaki hayal kırıklığı sebebiyle 80 ile verim sağlayan Tevez haricinde Manchester City'nin, genel olarak golcü transferi anlamda karnesi kırıklarla dolu (50 puanın üzerine çıkan başka bir performans olmadı).
Wilfried Bony'nin CV'sinde bir başka dikkat çeken istatistiği ise; Swansea forması altında 1,5 sezon boyunca M.City'e 3, Liverpool'a 2, M.Unıted ve Arsenal'e de 1'er gol attığı gerçeği.
Tam 1 sene önce 01.01.2014'te oynanan Swansea - M.City mücadelesi
26 yaşındaki Bony, kendisi gibi bundan 4 sene önce devre arasında takıma gelip harika işler yapan takım arkadaşı Dzeko gibi bakalım Manchester City'de başarılı olabilecek mi? Hep beraber bekleyip göreceğiz...
Yeşil sahaların "dişi Messi"si ya da "dişi Ronaldo"su benzetmesini yapabiliriz onun için. Boyalı tırnakları, makyajlı yüzü, 13 numaralı forması ve asla başından çıkarmadığı 'pembe tac'ı ile o artık bayan futbolunun en ünlü fenomenlerinden biri. Bizlere "bayan futbolu da varmış ve takibe değer" düşüncesini akıllarımıza sokan güzel, yetenekli ve bir o kadar da sempatik bir futbolcu...
Bundan yaklaşık 2 ay önce yine burada biyografisi ile beraber sizlere tanıtmaya çalıştığım Alex Morgan yazımızı yeni fotoğraflarla tekrar gündeme almak istedim. Erkek futbolundan sıkılanlar ve değişiklik yapmak isteyenler için bayan futbolunu ve özellikle de Alex Morgan'ı takip etmek bence tam size göre :)
Kariyerini ABD'de sürdüren ve ABD Milli Takımı ile de sayısız gole imza atan 25 yaşındaki Baby Horse lakaplı Alex Morgan'ı gelin fotoğraf kareleriyle tekrar hatırlayalım...
İşte Alex Morgan'ın 3 sene önce Boston Breakers filelerini havalandırdığı akıl dolu gol :
Şampiyonlar Ligi, malum futbolun zirvesi... Bu sezon final, Almanya'da Berlin Olimpiyat Stadı'nda oynanacak. Sponsor firma Adidas, bu alanda hem ticari hem de hoş bir anı olması münasebetiyle son yıllarda final maçlarına özel 'top'lar üretiyor ve büyük ilgi çekiyor. Bu sezon yine kolları sıvadılar ve finale yakışır bir TOP hazırladılar.
Tarihi 'Berlin Duvarı'nı da unutmayan Adidas, renkli objelerle tasarladığı top için bu önemli ayrıntıyı da ihmal etmedi. Özgürlüğü ifade eden Brandenburg kapısı da tasarımdaki yerini aldı. Tasarımdaki 'ayı' sembolü ise Berlin şehrini ve şehrin tarihinin bir anlamda logosu olarak bilinen 'ayı' figüründen esinlenerek saldırmaya hazır bir 'ayı' görseli ile de bu algıya dikkat çekildi. Topun üzerindeki birçok renk olması ise Berlin şehrinin kozmopolitan ve karmaşık yapısına bir gönderi niteliğinde.
2014 - 2015 Şampiyonlar Ligi Finali, 6 Haziran 2015'de oynanacak ve yukarıda resimde gördüğünüz top, Şubat 2015'teki Şampiyonlar Ligi 2.tur maçlarıyla beraber görücüye çıkacak.
Henüz 3 sezon önce yine Almanya'nın Münih kentindeki Allianz Arena stadı, Şampiyonlar Ligi Final maçına evsahipliği yapmış ve dramatik finalde Chelsea, Bayern Münih'i penaltı atışları sonucu eleyip şampiyon olmuştu. Bakalım bu defa Almanlar tekrar finale ulaşabilecek mi?
Final için en büyük adaylar ise kağıt üstünde çoktan belli :
Son dönemlerde malum neredeyse her hafta, ya futbolu bırakmış ya da kariyerinin son dönemlerinde olan futbolcuların kendilerine göre belirlediği en iyi 11 tarzı haberleri sık sık görüyor ve takip ediyorsunuzdur sanırım. Kendi adıma söylemek gerekirse son birkaç günde Zidane, İbrahimovic, Yaya Toure, Xavi gibi futbolcuların en iyi 11'leri akıllarımda kaldı.
En iyi 11 kavramının da içini doldurmak gerek. Sonuçta bu bir göreceli bir kavram ama şu soruyu da sormak lazım :
Tarihin en iyi 11'i mi? Son yılların en iyi 11'i mi?
Yani en iyi 11 konseptine bir isim bulmak şart...
Ben mesela acizane 2000'li yılların en iyi 11'i adlı bir çalışma yaptım. Neden mi? Çünkü Avrupa ve Dünya Futbolu'nu takip etmeye başladığım seneler 1995 ve sonrası. O yüzden de canlı gözlerle takip ettiğim, hayranı olduğum, maçlarını kaçırmadığım futbolcuları belirlemek bana daha mantıklı geldi. Bunda da kendime göre kriterler vardı ve son 7-8 yılın makina adamları Messi ve Ronaldo'yu almadım. Her şeyin daha doğal olduğu, hormonlu ve olağanüstü yeteneklerin diğer meslektaşlarına açık fark yapmadığı yıllar. Yazının başlığı 2000'li yıllardan bu güne ama yukarıda da belirttiğim gibi 1995 ve sonrası yani son 20 yıl baz alarak değerlendirmemi yaptığımı söyleyebilirim.
Diziliş anlamında çok sık gelgitler yapsam da nihai karar olarak 3-4-3 düzenininde karar kıldım. Elbette 4-4-2 ya da 4-3-3 sistemi de beni çok zorladı. Sonuçta onlarca efsane ve kariyerli futbolcuyu da es geçmek zorunda kaldım. Misal; 4'lü savunma dizilişi yapmadığım için Roberto Carlos, Cafu gibi değerleri listeme alamadım. Orta alandan Del Piero, Pirlo, Beckham, Gerrard, Nedved, Kaka... Forvette ise Raul, Henry, İbrahimovic ve daha birçok yıldız isimlere yer veremedim.
Gönül isterdi ki, spor sitelerinde sıklıkla yapılan Altın Karma, Gümüş Karma ve Bronz Karma gibi atraksiyonlar yaparak diğer futbolculara da haklarını teslim etmek ama bu şekilde hem sizler sıkılır hem de gereksiz ayrıntıya girerim diye düşündüm.
3-4-3 dizilişim tamamen hücum ağırlıklı ve Dünya'da yenemeyeceği takım da yok :)
Sizlerin de en iyi 11'lerini merak ediyorum. Dileyenler alt tarafta yorumlarını paylaşabilir...