29 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Maçtan Daha Fazlası... Beşiktaş - Tromsö

Bir maçtan daha fazlasıydı Beşiktaş - Tromsö mücadelesi... Fenerbahçe'nin CAS sonrası Avrupa'ya katılamaması kararının onanmasından sonra belki de Beşiktaş'ta cezayı alacak ve bir sene daha Edirne'nin dışına çıkamayacaktı. Bu maç, ben ve benim gibi düşünen binlerce Beşiktaş taraftarı için de çok anlam taşıyordu, kesinlikle bir maçtan daha fazlasıydı. Çünkü Beşiktaş'ın 2013 - 2014 sezonunda belki de son Avrupa Kupası maçıydı. Sırf bu sebep için bu maça gidilmeliydi, takımın yanında olunabilmeliydi.  Başka daha ne zaman maça gidilecekti ki? Hele benim gibi yıllardır maça gitmeyen birisi bu tarihi fırsatı kaçırmamalıydı. Bütün önemli gibi görünen işleri, randevuları elinin tersiyle itip orada olmak, bağırmak ve takımın bu kötü şartlar içinde kalmasına inat, Bilic'in yeni Beşiktaş'ını yerinden izlemek şarttı.
Maçın yolunu tutup stata yaklaştığımızda ise muazzam bir tablo bizi beklemekteydi.  Her yer siyah - beyazdı doğal olarak ama böylesine bir kalabalığı ben ilk defa görüyordum. Siz deyin 50.000 kişi ben diyeyim 60.000 kişi sanki yarın hakkında büyük ihtimalle (son dakikaya kadar bekleyeceğiz) Avrupa'dan MEN kararı çıkacak takımı için onlarca kilometre uzaklardan gelmiş, tek bir amaç için yani belki de son kez bir Avrupa Kupası maçı izlemek için oradaydı. Taraftarların hal ve hareketlerinden tutun da, hatta konuşmalarını dinleseniz sanki böyle bir cezayı takımı almayacak sanırsınız. Bir insan dahi CAS ve kararları hakkında yorum yapmıyor, tamamen maça konsantre şekilde eşiyle, kız arkadaşıyla hatta çocuklarıyla gelmiş, taraftarlık görevini yerine getirmek için sabırsızlıkla, büyük bir coşkuyla - bir derbi maçı edasıyla - stada giriyorlardı.
Maçın teknik - taktik analizine hiç girmeyeceğim, zaten bunu yarın tüm gazetelerde ve internet sitelerinde bolca okur, bilgi sahibi olursunuz. Maçın ilk düdüğüyle beraber bir dakika bile susmayan muazzam Beşiktaş taraftarı içinde olmak, onlarla bu sezon son kez bir Avrupa Kupası mücadelesi seyretme keyfine varmak, benim için bu sezon Beşiktaş'ın şampiyon olmasından daha önemliydi. O birlik, beraberlik ruhunu görmek, yaşamak ve 90 dakika boyunca sesiniz kısılıncaya kadar bağırmak... Hiç tanımadığın insanlarla gollerden sonra kucaklaşmak, hem de yarınki çıkabilecek olumsuz kararı bile bile, takımın bir sezon daha Avrupa'da hiçe sayılacağını bile bile...

Dedim ya, maçtan önce aramıza girmeyen, girdirilmeyen CAS ve UEFA, maç içinde de bir saniye bile umrumuzda olmadı, hiç aklımızda yoktu. Biz sadece bu maçı kazanıp tur atlamanın derdindeydik. Platini ve şereften yoksun UEFA kurmaylarının alacağı kararlar bizleri zerre ilgilendirmiyordu. Sahada savaşan 11 futbolcunun akıttığı ter bizim için çok daha kıymetliydi. İlk yarıda gol ve gollerin gelmemesi sonrası oluşan tablo bizleri çokta olumsuzluğa itmemişti. Zaten Bilic'in Beşiktaş'ını Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ından ayıran en belirgin özelliğin sabır olduğunu çok iyi öğrenmiştik. İkinci yarıda takım, ritmini bulacak ve gollerin geleceğini biliyorduk. Bu Beşiktaş gösterişsiz ama sabırlı bir futbol oynuyordu artık. İstenilen ve ihtiyaç duyulan dakikalarda zaten inisiyatifi alabiliyor, o bitirici reaksiyonu gösterebiliyordu. İkinci yarının başlama düdüğüyle yukarıda tarif ettiğimiz Beşiktaş ortaya çıktı ve "Beş dakikada Beşiktaş" deyimine nazire yaparcasına maçı söktü aldı. Bu galibiyet UEFA ve CAS'a hediye olsun. Ha unutmadan Galatasaray'ın da intikamını aldık ya, bu da iyi oldu. Gerçi 7 sene öncesinin Tromsö'sünden bir tek futbolcu bile sahada yoktu ama olsun, görev başarı ile tamamlanmıştı...
Maç bittikten sonra ise muazzam bir izdiham bizleri bekliyordu. Atatürk Olimpiyat Stadı'ndan mutlu ve gururlu şekilde ayrılan onbinlerce taraftarlar ne park ettiği araçları doğru dürüst bulamamalarına ne de yüzlerce metrelik trafik çilesinde kalmalarına üzüldüler. Evet, CAS denilen mahkeme Beşiktaş kulübüne çektiği fax ile yarınki UEFA Avrupa Ligi kuralarına gelmemesi yönünde bir bildiri yayınlamıştı. Tamam belki herşey yarın daha bir netleşecekti ama taraftarın tavrı, CAS'ın bu tavrından daha da netti. Çünkü Beşiktaş taraftarının düşüncesi şuydu :

"Olsun be Beşiktaşım, biz senin için buradayız ve her zaman da yanında olmaya devam edeceğiz. Avrupa'da olmasan bile, hatta her yönüyle ters ve kötü şartlarda olduğunu bile bile bu stada yine geleceğiz ve seni hiçbir şey yokmuş gibi yine desteklemeye devam edeceğiz. Bunu; Slaven Bilic, Önder Özen ve gelecek vaad eden takımın için yapacağız..."


twitter.com/serdarsozkesen

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Ya Bizde Olsaydı?


2 tane görüntü paylaşmak istiyorum...

Biri İngiltere'den biri de Almanya'dan...

İzleyeceğiniz videolardaki görüntülerin aynısı Türkiye'de olsa bizim hakemlerimiz ne yapardı bilmem... Yani tepkileri ve kararları ne boyutta olurdu? Açıkçası çok merak ediyorum...

İlk görüntülerimiz, 25 Ağustos tarihinde oynanan Cardiff - M.City maçından. Saha kenarında, Cardiff'li Craig Bellamy'nin su molasında su dolu şişeyi, hakemin kafasından aşağı dökmesi yani onu bir nevi 'serinletmesine' hakemin verdiği tepkiye bakar mısınız? Ne kadar da hoş, ne kadar da esprili :) İnsanın ya bizde olsaydı diyesi geliyor. Hele bir derbi maçında olduğunu düşünsenize. Yoksa yanılıyor muyum, bizde de olsa hakem - futbolcu diyaloğu böyle mi olurdu? Hiçbir şey olmamış gibi gülünerek geçiştirilir miydi?


İkinci görüntülerimiz de Bundesliga'dan... Sezonun açılış maçında Bayern Münih, sahasında M.Gladbach ile oynuyor. Hekem 66.dakikada Bayern lehine bir penaltı verir. Kaleci kurtarır ve topa hareketlenen Robben'in kafası sonrası topa bir kez daha rakip eliyle müdahale eder. Hakem gözünü kırpmadan 1 dakika içerisinde 2. kez beyaz noktayı gösteriyor. Hakem bu pozisyonda adeta bir ders verir, zira ikinci pozisyon net penaltıdır. Bizim ülkemizde olsa, hakem şunu düşünmez miydi acaba? "Zaten bir penaltı vermişim, atsalardı kardeşim, bana ne, devam!"


O yüzden bu tarz pozisyonlardan ders çıkarmak şart. Hakemler, futbolcuların psikolojilerini çok iyi analiz etmeleri gerekiyor. Beden dillerini iyi tahlil etmeleri de çok önemli. Hakemlik, sadece gördüğünü çalmak demek değildir. Tamam, anlık kararlar veriyorlar ama futbolcular da insan ve bazen kararları verirken insani duyguları da hesaba katmak gerekiyor...

twitter.com/serdarsozkesen

22 Ağustos 2013 Perşembe

2013 - 2014 İtalya Serie A

20 takımdan oluşan İtalya Serie A, Avrupa'nın sanırım ligleri en geç başlayan futbol ligi... Son yıllardaki İtalyan Futbolu'nun düşüşüne inat, bu sezon kaliteli yıldızlar ligi şenlendirecek. Tevez, Gomez, Rolando, Llorente, Gervinho, Maicon, Biglia, Higuain, Albiol gibi yıldız futbolcular Çizme'nin yolunu tutarken takımların sezon hedeflerine şöyle bir göz atalım...

Avrupa Kupaları'na katılma hedefinde olanlar :
Juventus - Napoli - Milan - Fiorentina - Roma - Lazio - İnter - Udınese

'Hedef' kavramına uzak, ligin yabancı takımları :
Parma - Catania - Cagliari

Ligin orta sıra takımları olma hedefinde olanlar :
Bologna - Atalanta - Sampdoria - Chievo - Torino

Düşmeme mücadelesi verecek olanlar :
Genoa - Verona - Sassuolo - Livorno

twitter.com/serdarsozkesen

15 Ağustos 2013 Perşembe

İstikrar = A Milli Takım

Lafı hiç dolandırmaya gerek yok, futbolda başarının anahtarı, olmazsa olmazı nedir? Tabii ki İSTİKRAR… O zaman Türkiye Milli Takımı için değerlendirme yapacak olursak herkesin hep bir ağızdan BAŞARILI demesi gerekir…

Üzülme Türkiye, üzülme Abdullah Avcı ve üzülmeyin siz futbolcular...
Bir tek siz değilsiniz kötü, bir tek siz değilsiniz önde iken maçı kaybeden yada kazanamayan...

Dün gece; Bosna Hersek, ABD karşısında ilk yarıyı 2-0 önde kapatmasına rağmen maçı 4-3 kaybetti... Şimdi Bosna düşünsün, biz değil. Çünkü biz en azından kaybetmedik...
Yani anlayacağınız beterin beteri de var, biz yine önümüzdeki maçlara bakmaya devam edelim...

Bizim felaket tellalcıları ise Gana maçından sonra yine hortladı, yok efendim Dünya Kupası bizim neyimizeymiş, tek rakimiz San Marino ve türevleriymiş vs... İyi de tellalcılar, bizim çizgimiz hep aynı, değişiklik hiç yapmadık ki. Kazanamama serimizi sürdürdük. Gerçi Milli Takımdan galibiyet uman birkaç yüz kişiye ayıp da olmadı değil... Ya, sonuçta hazırlık maçı değil miydi sanki? Kazansan ne olur, kaybetsen ne olur? Önemli olan istikrar değil midir? Son 6 hazırlık maçımıza baksanıza :

15.08.2012 Avusturya 2 - 0 Türkiye   
14.11.2012 Türkiye 1 - 1 Danimarka
06.02.2013 Türkiye 0 - 2 Çek Cumhuriyeti
28.05.2013 Türkiye 3 - 3 Letonya  (İlk yarı 2-0
31.05.2013 Türkiye 0 - 2 Slovenya   
14.08.2013 Türkiye 2 - 2 Gana (İlk yarı 2-0)

Şimdi bu tabloda İSTİKRAR adına ne kadar çok materyal var değil mi? Zaten başka da bir sonuç çıkmaz bu istatistikten. Son 6 hazırlık maçı ve 3 beraberlik, 3 mağlubiyet. Peki Abdullah Avcı yönetiminde son hazırlık maçı galibiyetini 5 Haziran 2012'de Ukrayna karşısında 2-0'lık skorla alan Milli Takımın o tarihten bu yana yani 14 aylık süreçte oynadığı RESMİ MAÇLARDAKİ (2014 Dünya Kupası eleme grupları) performansını da hatırlayalım mı?
07.09.2012 Hollanda 2 - 0 Türkiye   
11.09.2012 Türkiye 3 - 0 Estonya   
12.10.2012 Türkiye 0 - 1 Romanya   
16.10.2012 Macaristan 3 - 1 Türkiye   
22.03.2013 Andorra 0 - 2 Türkiye   
26.03.2013 Türkiye 1 - 1 Macaristan

Tablodan çıkan sonuç, yine çok net : İSTİKRAR...

6 maçta alınan sadece 2 galibiyet ve alınan galibiyetler de, dünyada esamesi dahi okunmayan Estonya ve Andorra karşısında. Estonya, 19.dakikada 10 kişi kalmasa maç nasıl olurdu bilinmez, Andorra maçında ise ilk yarıdan 2-0'ı bulduk, ikinci yarı ise tam bir kahır mektubu gibiydi.

Tek derdiniz, Milli Takımın galibiyeti olsun, o yüzden tez elden 6 Eylül'deki Andorra maçını bekleyin. Korkmayın maç Kayseri'de, yani sahamızda :)

Ha, unutmadan :) 17 Ekim 2012 tarihli Milli Takım yazım : 

twitter.com/serdarsozkesen

13 Ağustos 2013 Salı

CM 01-02'nin Efsane Futbolcuları

Yeri geldiğinde küçük çaplı takımınıza büyük başarılar sığdırıp kariyerimize unutulmaz şampiyonluklar kazandıran takımınızın kilit oyuncularıydı onlar. Bundan tam 12 sene öncesinde hayatımıza hızlı bir giriş yapan ve bize muazzam başarılar ve heyecan kazandıran takımımızın, gerçek yaşamda çok az adı duyulmuş gizli kahramanları...

12 sene öncesinin gelecek vaad eden ya da parlaması beklenen yıldızlarıydı onlar... Şimdilerde ya ülkesindeki sıradan kulüplerde forma giyiyorlar ya da ülkesinden uzakta kuytu köşelerde forma bekliyorlar ya da futbolculuk kariyerlerini sonlandırmış da olabilirler...
Evet, artık onlarda yaşlandı...
Kim mi onlar?
Cm 01 - 02'nin gizli efsaneleri...

İşte onlardan hatırlayabildiklerim...

Alonso Solis (35)... Sağ kanadın olağanüstü yeteneklisi, hız rekortmeni... En son 2012 yılında ülkesi Kosta Rika'nın Deportivo Saprissa takımında boy gösterdi...

Isaac Okoronkwo (35)... Shakhtar Donetsk'in muhteşem 3'lüsünden (Aghahowa ve N'Diaye) savunmada her bölgede oynayan joker oyuncusu. 2-3 yıl içinde 30 milyon $'dan fazla ederi olan yıkılmaz bir kale... 2003'te gittiği Wolwerhampton takımında bir sene kaldıktan sonra 2013 Mayıs ayına kadar Rusya'da ufak takımlarda oynadı. Şimdilerde ne yaptığını bilen yok...

Mark Kerr (31)... Ortasahada oyunu iki yönlü oynayabilen muazzam bir yetenek adayı idi. Daha 19 yaşında olmasına rağmen 25 yaşındaki gibi özellikleri ile çok kısa sürede oyunun en iyi 5 ortasaha oyuncusundan biri olacağına inanılan Kerr, iki yıllık Yunanistan macerası ile beraber kariyerinin geri kalanını ülkesi İskoçya'da sürdürüyor ve şimdilerde Partick Thistle takımında forma giyiyor...

Franco Costanzo (32)... 2001 yılında Kahn ve Buffon'dan sonra kim gelir deseler ben hemen Costanzo derdim. 19 yaşında River Plate'deki özellikleri ve performansıyla aldığım her takımda bizzat denediğim ve muazzam işler çıkardığını gördüğüm yetenekli kaleci, Zuberbühler'den dolan boşluk üzerine geldiği Basel'de uzun yıllar forma giydikten sonra 2011 yılında yine efsane kaleci Nikopolidis'in yerine Olimpiakos'a transfer oldu. Şimdilerde ise Şili'nin Universidad Catolica takımında...

David Prutton (32)... Defansın sağ beki ve defansif ortasa gibi joker kıvamında oldukça iyi işler çıkaran ve kendisini transfer etmek için İngiliz 'dev'leri ile rekabete girdiğimiz yetenek. Nottingham Forest'te parlayan futbol yaşantısını Southampton, Leeds Unıted ve son olarak hala aktif futbol yaşantısına devam ettiği Sheffield Wednesday ile sürdüren Prutton, hala unutulmazlar arasında...

Stefan Selakovic (36)... 1,5 milyon $ civarı para ile satın alıp hemen 1 ay içerisinde 10 milyon $ ve yukarısına satılıp tamamen ticari olarak düşündüğüm bir forvet oyuncusuydu. Bir iki defa zorunluluktan oynatıp denediğimde ise muazzam işler yaptığına şahit olmuştum. Halmstad'da başladığı futbol yaşantısına şimdilerde hala bu takımda devam eden İsveç'li futbolcu, 4 sezon Herenveen, 7 sezon ise Göteborg forması da giydi...

Jonas Lunden (32)... Özellikle küçük takımlarda minimum bazda 20 gol atan ismi duyulmamış ama etkisi yüksek bir golcü. Ortasahanın sağ kanadında da iyi oynayan İsveçli, zamanla defans oynatılmaya başlanmıştır. Geçen sezona kadar Gais forması giyen futbolcunun şimdilerde nerede olduğunu bulamadım :)

Sergey Nikiforenko (35)... Müthiş bir ofansif ortasaha, tam bir gol ve asist canavarı da diyebiliriz. Belarus'lu en 2012 yılına kadar Shakhtyor Soligorsk takımında görüldü, sonrasında haber alınamadı :)

Andres D'Alessandro (32)... Forvet arkası ilk tercihlerimdendi. Sadece gücü yoktu, diğer her özelliği ise kendi gibi 10 numara. Avrupa'da seyyah gibi dolaştı, 2009 yılında geldiği İnternacional'de ise çok istikrarlı bir kariyeri var...

Sebastian Battaglia (32)... Her yetenekli Arjantinli gibi Boca Juniors'da yıldızı parladıktan sonra Avrupa'nın yolunu tuttu. 2 yıllık kısa Villarreal macerası haricinde Boca takımında hala oynayan Battaglia, kulübünün en istikrarlı futbolcularından...

Nicolas Medina (31)... Sunderland'in 2001 sezonundaki altın jenerasyonunun (Julio Arca, David Bellion, Thomas Sorensen) birkaç sezon sonra üst düzey kulüplere gitmesi beklenen defansif ortahası... Patrick Vieira'nın yerine geçebilecek en güçlü adaylardan biriydi. Gittiği hiçbir takımda tutunamayan Medina, en son Peru'nun Union Comercio takımında forma giydi...

Mikael Dorsin (32)... Defansın sağ tarafı için büyük takımların ilk birkaç sezon olmazsa olmaz yedek oyuncusu, 3 sene sonra ise değişmez tek adayı. Komple özellikleriyle Javier Zanetti'yi andıran İsveçli, 9 yıldır Rosenborg formasını fazlasıyla istikrarlı şekilde giymeye devam ediyor...

Maxim Tsigalko (30)... Onun için ne desek az, tam bir EFSANE... Oyunun hilesi olarak da dillendirilen ve her CM severin en az bir kez denediği sıradışı forvet. İstatistik dinlemeyen, ezber bozan Belarus'un gözbebeği, oyun ile hiçbir zaman bağdaşmayan futbol yaşantısına nerede devam ettiği izine (!) rastlayamadım...

Fernando Cavenaghi (30)... Futbolcu fabrikası olarak bilinen River Plate takımının kimseler bilmeden sadece CM'cilerin bildiği ve adını ilk kez 2004'te Spartak Moskova ile gerçek anlamda duyurmuş forvet oyuncusu. Bordeaux ile de başarılı işler yapan Tangocu, şimdilerde Meksika'nın Pashuca takımında...

Maxi Lopez (29)... D'Alessandro, Costanzo, Cavenaghi ile beraber altın jenerasyonun önemli temsilcilerinden. River Plate'deki süper performansı onu Barcelona forması dahi giydirdi. 2009'dan bu yana İtalya'da ve Catania forması giyiyor...

Ernesto Farias (33)... Çok iyi bir sağ forvet idi. Birkaç kez denedim, başarılı işler çıkardı. Forvetin sağ tarafında en az 20 gol kesin atıyordu. İleride Arjantin Milli takımının da oyuncuları arasına giriyordu. 3'er sezon oynadığı River Plate ve Porto'da fazlasıyla gol atan Farias, şimdilerde İndependiente takımında...

Suat Usta (31)... Türkiye Ligleri'ndeki yabancı futbolcu kısıtlaması nedeniyle herkesin aldığı müthiş Türk savunma oyuncusu. Alpay Özalan'ın tek varisi idi. Zaten 2002'de G.Saray ile sözleşme imzalamıştı. Sonrasında ise neredeyse her sezon farklı takım gezdi. En son geçen sezon 2.ligde Tepecikspor forması giydi...

Tommy Smith (33)... Watford'da attığı gollerden sonra Sunderland ile Premier Lig tecrübesi de yaşayan İngiliz golcü, daha çok istikrarsız görüntüsüyle dikkat çekti. Oyun anlamında ufak takımlarda çok iyi işler yapardı. Şimdilerde Cardiff City forması giyiyor...

Julius Aghahowa (31)... Tsigalko ne ise Aghahowa'da o idi. Daha 19 yaşında Totti özellikleri barındıran ve 2 sene içerisinde 100 milyon $ paralara satabildiğiniz, ortasaha ve forvetin her yerinde oynayan Afrikalı... Bir dönem Kayserispor forması da giyip, toplamda 6 gol atan ve bunların 4'ünü F.Bahçe'ye atan Nijeryalı, 1 yıldır hiçbir kulüpte forma giymiyor...

Gabriel Milito (33)... Sol ayaklı az bulunan defans oyuncularından biriydi. Aynı jenerasyondan Sebastian Mendez ile iyi bir ikili oluştururlardı. 4 sezon Barcelona'da zaman zaman forma giydi ve 2 yıldır futbola başladığı İndependiente'de forma giymeye devam ediyor...

Kennedy Bakırcıoğlu (32)... Sergen Yalçın'dan sonra (oyun anlamında) Tuncay Şanlı ile beraber en iyi forvet arkası oyunculardan biriydi. Bir sezon boyunca sürekli oynattığınızda rahatlıkla 20 gol barajını geçip, 15 civarı asist yapabilecek düzeyde idi. Yunanistan, Hollanda, İspanya derken şimdilerde uzun yıllar formasını giydiği Hammarby takımında futbol yaşantısına devam ediyor. Ne acı ki, Türkiye'den yolu hiç geçmedi...
....
...
..
.

CM 01-02'de etkileyici bir kariyer hikayesi okumak için mutlaka ziyaret edin. Geniş fotoğraf albümü ile bir yıllık CM hikayesi... goo.gl/UzHW8R

twitter.com/serdarsozkesen